Emekçi halkların isyan ruhunu kuşanarak haklarımız ve geleceğimiz için örgütlü mücadeleyi büyütelim…
Devrimci bahara yürüyelim!
Ortadoğu’daki halk ayaklanmalarının yaktığı isyan ateşiyle ısınan kışın ardından, bahar dönemine giriyoruz. Hiç kuşkusuz halk ayaklanmalarının dalgası, bahar dönemine de damgasını vuracaktır. Bu dalganın sarsıntılarıyla uyanan emekçiler yüzlerini mücadeleye dönecek ve daha büyük bir inanç ve güvenle sokaklara çıkacaklardır.
Diktatörleri kovan Tunuslu ve Mısırlı emekçiler, hâlihazırda diktatörlüğün siyasal ve ekonomik temellerine yönelecek hamleyi yapamadılar. Bunu yapabilmeleri, elbette ki devrimci sınıf çizgisini rehber edinmiş devrimci bir önderliğin varlığına bağlıdır. Ne yazık ki ayağa kalkan emekçi halkların hiçbiri böyle bir örgütlenme ve önderlik düzeyine sahip değildir. Olmadıkları ölçüde de diktatörleri kovduktan sonra, diktatörlüğün kendisini yıkabilecek gücü gösteremiyorlar. Ancak unutulmasın ki, bu aynı emekçiler ayağa kalkmadan önce son derece dağınık ve mücadeleden uzak durumdaydılar. Fakat bir kez ayağa kalkınca kısa sürede, mücadele içerisinde hem iç örgütlenmelerini yarattılar, hem de rejimin türlü oyunlarına karşın hedeflerine kararlılıkla yürüdüler. Hiç kuşku yok ki, ayaklanma içerisinde öğrenen, kendisine ve sınıfına güvenen işçi ve emekçiler, mevcut zayıflıklarını giderecek olanakları da hızla yaratacaklardır.
Bahar dönemi, ayaklanarak diktatörleri deviren emekçi halklar için daha da ileri gitmek için bir arayış ve mücadele dönemi olacak. Ama diğer taraftan da ayaklanmaların sarsıcı etkileri dalga dalga yayılmaya devam edecektir. Ayaklanarak diktatörleri devirmiş olan emekçi halkların yaptığını gören diğer ülkelerin emekçileri de sokağın yolunu tutuyorlar, tutacaklar. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin kabaran mücadele dalgasını yatıştırmaları kolay olmayacaktır. Dalga dalga yayılan emekçi halk ayaklanmalarının yarattığı rüzgar, dünyanın hemen her köşesinde işçi ve emekçilerin mücadele azmini ve başarma umudunu diriltmiş, ayağa kaldırmıştır. Bu ölçüde de her bakımdan sınıf mücadelesinin sertleşeceği bir dönemin içerisindeyiz. Ayaklanan halkların yoluna düşmese dahi, işçi sınıfı ve emekçiler sermayeye ve sömürü düzenine karşı mücadeleye artık daha kararlı ve daha inançlı atılacaklardır.
Bundan kuşku duymuyoruz. Çünkü dünyanın hemen her köşesinde işçi ve emekçiler artık eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar. Çünkü emperyalist-kapitalist düzen yaşadığı büyük ekonomik krizin faturasını onlara kesti. Bundan dolayı da dünyanın her yanında emekçiler hakları ve gelecekleri için sokağın yolunu tutuyorlar. Bu ölçüde de sosyal mücadeleler büyüyor ve yaygınlaşıyor. Daha birkaç ay önce Avrupa’nın en gelişmiş kapitalist metropolleri grevler ve sokak gösterileriyle sarsılıyordu. Bu ülkelerde burjuvazi bir biçimde işçi ve emekçilerin mücadelesini dizginlemeyi başardı. Ancak çok geçmeden faturanın daha ağırı sırtlarına binen ülkelerin emekçileri, dayanılmaz hale gelen çalışma ve yaşam koşullarından dolayı isyan ettiler. Onların yarattığı sarsıntıların da etkisiyle dünya sosyal mücadeleler ve ayaklanmalarla çalkalanmaya devam edecek.
Türkiye’de ise işçi sınıfı ve emekçiler halihazırda düzeni zorlayabilecek bir mücadele düzeyi ortaya koyamıyorlar. Hatta bu bakımdan ortadaki tablo pek iç açıcı değil. Zira Ortadoğu, halk ayaklanmalarının dalgasıyla sarsılırken, ülkede işçi sınıfı ve emekçilere yönelik ağır bir sosyal yıkım paketi pek de zorlanılmadan hayata geçirilebildi. İşçi sınıfı ve emekçiler cephesinden verilen mücadele son derece yetersiz ve cılızdı. Ancak yine de bu durum yanıltıcı olmamalıdır. Çünkü mücadeledeki zayıflık işçi ve emekçilerin durumlarından memnun olmasından ileri gelmiyor. Aksine işçi sınıfı ve emekçiler cephesinden derin bir sosyal öfke alttan alta mayalanmaya devam ediyor. Ancak sorun bu öfkenin kendisini dışa vuracağı birleşik mücadele kanallarının büyük ölçüde tıkanmış olmasından ileri geliyor. Özellikle de işçi sınıfı ve emekçilerin en ileri ve mücadele deneyimi bakımından en gelişkin olanlarını barındıran sendikaların kötürümleştirilmiş olması bunda öncelikli bir rol oynuyor. Sermayenin saldırılarına karşı bu tür özsavunma örgütlerinden de yoksun olan işçi ve emekçiler haliyle kararlı ve birleşik bir mücadele düzeyi ortaya koyamıyorlar. Ancak Tunus ve Mısır örneklerinden de görüleceği üzere, mücadele kanalları ne kadar tıkanmış olsa da, işçi ve emekçilerin öfkesine hiçbir engel ket vuramaz. Öyle ki Türkiye’de de her şeye rağmen sokaklar hareketliliğini kaybetmiyor, işçi ve emekçiler parçalı ve saman alevi gibi sönen çıkışlarla da olsa mücadele etmekten geri durmuyorlar. Dahası güçlü örgütlenme eğiliminden görüldüğü üzere, mücadele kanallarını açmak için kararlı bir irade de ortaya koyuyorlar.
Kuşkusuz ki bugünden bu türden parçalı ve mevzi hak mücadelelerinin düz bir yoldan kitlesel ayaklanmalara dönüşmesini bekleyemeyiz. Ancak ülkede ve dünyada gelişmeler de gösteriyor ki, dipte büyüyen büyük hoşnutsuzlukların ne zaman ve nerede açığa çıkacağı bugünden kestirilemez. Önemli olan bu sürece hazırlık yapmak, işçi ve emekçilerin hoşnutsuzluğunu örgütlü mücadele kanallarına akıtarak hazırlamak ve patlama gerçekleştiğinde de siyasal ve örgütsel bir güçle onu karşılayabilmek yeteneği gösterebilmektir. Bu da her şeyden önce gelişmelerin yarın alacağı seyirden bağımsız olarak, işçi sınıfı içerisinde örgütlü olabilmeyi şart koşmaktadır. İşçi sınıfının en ileri ve bilinçli kesimlerine dayanılabildiği koşullarda, hareketin ana gövdesiyle mücadelenin yolunu tuttuğu bir durumda ona önderlik edebilecek bir kapasite de ortaya konabilir.
Sınıf devrimcilerinin bir süredir yürütmekte oldukları “haklarımız ve geleceğimiz için örgütlü mücadeleye!” şiarını taşıyan kampanyası da esasında anlamını burada bulmaktadır. Çünkü bu kampanyada tüm her şeyin gelip bağlandığı temel hedef, sınıfı örgütlemektir. Fabrika ve sanayi havzaları zemininde işçi sınıfını örgütlemek ve mücadele sahasına taşıyabilmektir. Hâlihazırda belirgin bir tempo kazanmış bulunan kampanya çalışmaları, ilk anlamlı sonuçlarını da vermektedir. Doğrudan fabrika ve işyeri çalışmalarının ürünü olan, örgütlenme girişimleri ve mücadele süreçlerinin bir dizi örneği orta yerde durmaktadır. Ayrca birçok yerelde fabrika ve işyeri merkezli çalışmalarda belirgin bir yoğunlaşma da dikkat çekmektedir. Dahası bir kısmı doğrudan fabrika ve işyeri temelinde oluşturulmuş hazırlık komiteleri üzerinden yükselen kurultaylar sınıfı örgütleme iddiasının gücüne dikkat çekici bir göstergedir.
İşte sınıf devrimcileri, şaşmaz biçimde bahar döneminde bu tempolu kampanya çalışmalarını sürdüreceklerdir. Bu çalışmaları halk ayaklanmalarının temiz havası ile besleyeceklerdir. Ufuktaki metal grevinin ruhunu ve ateşini fabrikalara yayacak, ateşini büyüteceklerdir. Bu ölçüde de büyük ölçüde Nisan ayı başı ve ortalarında gerçekleşecek olan kurultaylar hem kardeş emekçi halkların isyan ruhunun ve metal işçilerinin grev ateşinin yankılanacağı bir mücadele mevzisi haline getirilecektir. Baharın devrimci günleri ise bu ölçüde sınıfsal ve tarihsel anlamına uygun kitlesellik ve coşkuyla karşılanmış olacaktır. Özellikle de işçi sınıfının uluslararası birlik-mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs tüm bu bakımlardan, elde edilen kazanımların yansıyacağı bir ayna olacaktır. |